«
  1. Anasayfa
  2. Sağlık
  3. Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri

Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri

Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri

Yeni bir hafta, taze bir başlangıç!

Ben Diyetisyen Melina Ezgi Tosun. Her pazar akşamı, yeni hedefler koymak ve sağlıklı yaşam yolculuğunuza ilham olmak için sizlerle buluşuyorum. Alışkanlıklarımızı yeniden şekillendirerek, bedenimizi ve zihnimizi sağlıklı bir şekilde beslemek için doğru adımları birlikte atacağız. Bu haftaki köşe konumuz ise Vücut Algı Bozukluğu.

Bedenlerimiz hakkında ne çok konuşuluyor, değil mi?

Daha selam bile verilmeden, bazen bir bakışla, bazen ölçüp biçen bir ses tonuyla geliyor o tanıdık cümleler:

“Biraz kilo almışsın.”

“Çok zayıflamışsın, hasta gibisin.”

“Yüzün solmuş, ne oldu sana?”

“Sen gebesin değil mi, ama çıkmamış karnın…”

“Aşırı şişmişsin, dikkat et; doğumdan sonra zor verirsin.”

İyi niyetle söylendiği iddia edilen bu yorumlar, çoğu zaman kişinin ruh halini, yaşadıklarını, içinde bulunduğu durumu tamamen göz ardı ediyor. Kimse “Acaba nasılsın?”, “Hayat seni yoruyor mu?”, “Bir şeye ihtiyacın var mı?” demiyor. Ama bedeninle ilgili bir fikir mutlaka belirtiyor.

Bu cümleler bazen bir kahvaltı masasında, bazen hastane koridorunda, bazen de bir market kuyruğunda karşımıza çıkıyor. Ve çoğu zaman küçük bir laf gibi görünse de, içimizde derin bir iz bırakıyor.

Oysa bir insanın görünüşü, o anki duygularının ya da yaşadıklarının yalnızca küçük bir yansıması. Ama ne yazık ki, bu küçük parça bazen büyük yaralar açabiliyor.

Bu yazıda tam da bunu konuşalım istedim. Çünkü bazen en çok sessiz kalınması gereken yerde, en çok ses oluyor: Bedenimize dair söylenenler.

Kırık Aynalar: Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri
Kırık Aynalar: Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri

Aynanın Karşısında Başlayan Sessiz Savaş

Her sabah aynı sessizlikle başlıyor… Giyinmeden önce aynanın karşısında durup bir süre kendine bakan bir beden. Belki bir kıvrım fazlası, belki bir iz, belki de sadece göz altındaki yorgunluk… Kimse görmese de içeride sessiz bir savaş dönüyor. “Bu göbeği nasıl gizlerim?”, “Yanaklarım niye bu kadar şiş?”, “Bugün kendimi saklayacak bir kıyafet bulabilecek miyim?”

Oysa dışarıdan bakıldığında her şey normal görünüyor. Hatta çoğu zaman güzel bile bulunuyorsunuz. Ama sizin için o aynadaki görüntü, gerçekliğin değil, geçmişin, eleştirilerin, kıyaslamaların ve yetersizlik duygusunun yansıması…

Bu yazı; kendini çirkin sanan, özgüveni beden ölçülerine sıkışmış, partnerinin bakışlarında kendini kaybeden ya da ailesinden gelen sesleri hâlâ içinde taşıyan herkes için. Çünkü artık susmak değil, anlamak ve iyileşmek zamanı.

Kırık Aynalar: Vücut Algı Bozukluğu ve Özgüven Eksikliğinin Görünmeyen Kökleri

Günümüz dünyasında aynalara bakarken gördüğümüz yalnızca fiziksel bir siluet değil; çoğu zaman, toplumun, ailenin, ilişkilerin ve iç sesimizin yansımalarıdır. Vücut algı bozukluğu (Body Dysmorphic Disorder – BDD) ve özgüven eksikliği, bireyin kendine dair geliştirdiği bu yansımaların çarpık ve kırılgan versiyonlarıdır. Ancak bu sorunların temelinde yalnızca bireysel psikoloji değil, derin sosyal ilişkiler, duygusal dinamikler ve çocukluktan itibaren şekillenen inanç sistemleri yatar.

Vücut Algı Bozukluğu: Aynada Görülenle Gerçek Arasındaki Uçurum

Vücut algı bozukluğu, bireyin bedeninde aslında göze çarpmayan ya da hiç var olmayan bir kusuru olduğuna dair inatçı ve takıntılı bir inanç taşıması durumudur. Bu durum sadece estetik kaygılarla açıklanamaz. Kimi zaman burun, kilo, ten rengi, saç tipi ya da cilt problemi gibi detaylarda yoğunlaşırken, kimi zaman bütünsel bir “çirkinlik” algısıyla kişiyi kuşatır.

Vücut algı bozukluğu yaşayan bireyler sıklıkla kendilerini saklamaya, sosyal ortamlardan uzak durmaya, fotoğraf çektirmemeye ve hatta ciddi depresif semptomlara girmeye meyillidir. Ancak bu psikolojik durumun arkasında yatan kökler, sadece bireyin bedensel görünümüyle değil; aynı zamanda duygusal gelişimiyle, ilişkileriyle ve en önemlisi çocukluk döneminde aldığı mesajlarla ilgilidir.

Özgüven Eksikliği: Derinlerde Bir Yerlerde Kaybolan “Ben”

Özgüven eksikliği, kişinin kendi değerini yeterince hissedememesi, başkalarının onayına aşırı ihtiyaç duyması ve başarısızlık korkusuyla hareket etmesidir. Bu eksiklik, çoğunlukla bireyin kendine olan inancını yerle bir eden bir çocukluk atmosferinde başlar. Aile içinde sürekli eleştirilen, yeterince takdir edilmeyen ya da duygusal olarak ihmal edilen çocuklar, ileriki yaşamlarında “Ben yeterli değilim” inancıyla büyürler.

Bu inanç, özellikle ergenlik döneminde, bedenle kurulan ilişkiyi de zedeler. Aynada görülen her ayrıntı, özgüvenin eksik tuğlalarıyla büyütülür ve çarpıtılır. Vücut algısı bozukluğu ve özgüven eksikliği bu noktada iç içe geçerek birbirini besleyen iki karanlık gölge haline gelir.

Ebeveynlerin Rolü: Çocuklukta Atılan Temeller

Vücut algısının temelleri çocuklukta atılır. Aile içinde beden hakkında yapılan yorumlar, kilo ya da görünüşle ilgili sürekli eleştiriler, karşılaştırmalar ya da övgülerin sadece fiziksel özelliklere odaklanması, çocuğun kendi bedenine dair geliştirdiği ilişkiyi doğrudan etkiler.

Örneğin; “Kardeşin senden daha zayıf”, “Kilo almasan daha güzel olurdun”, “Sen küçükken daha sevimliydin” gibi yorumlar, çocuğun zihninde çarpıtılmış bir beden imajı oluşturabilir. Öte yandan, çocuğun yalnızca güzel/güzel olmaya ya da başarılı olmaya koşullu sevildiğini hissetmesi de özgüven eksikliğini besler. Çocuk, değerli olabilmek için “kusursuz” olması gerektiğine inanır.

Bunun yerine ebeveynlerin çocuklarına öğreteceği en değerli şey, koşulsuz sevgi ve bedenin tek bir formdan ibaret olmadığını anlatan sağlıklı bir beden dili olacaktır. Çocuğa güçlü bir “beden farkındalığı” ve “benlik değeri” kazandırmak, ileride gelişebilecek psikolojik sorunları önlemede en önemli faktördür.

Partner Etkisi: Aşk Aynasında Kendini Görmek

Romantik ilişkiler, bireyin kendilik algısında önemli bir rol oynar. Sevildiğini, beğenildiğini ve kabul edildiğini hisseden birey, zamanla kendi iç sesini de bu doğrultuda şekillendirir. Ancak partnerin tutumu bu sürecin yapıcı mı yoksa yıkıcı mı olacağını belirler.

Eleştirel, aşağılayıcı, kıyaslayıcı ya da duygusal olarak mesafeli bir partner, bireyin var olan özgüven sorunlarını derinleştirebilir. Özellikle vücut imajıyla ilgili yapılan küçümseyici yorumlar, bireyde kalıcı psikolojik yaralar bırakabilir. Örneğin; “Biraz kilo versen daha güzel olurdun” gibi bir cümle, o kişinin yıllar boyunca bedenini bir savaş alanı gibi görmesine neden olabilir.

Tam tersine, destekleyici ve şefkatli bir partner, bireyin aynadaki yansımasına daha objektif ve kabul edici bir gözle bakmasına yardımcı olur. Sevdiği kişinin gözünden kendini değerli ve güzel gören bir birey, zamanla kendi iç sesini de bu sevgi diliyle dönüştürebilir.

Medya ve Toplumsal Baskı: Mükemmelin Peşinde Kaybolmak

Güzellik algısının medya tarafından tek bir forma indirgenmesi, özellikle genç bireyler üzerinde büyük bir baskı yaratmaktadır. Sosyal medya, filtrelenmiş bedenlerin, kurgulanmış hayatların sergilendiği bir vitrin haline gelmiştir. Bu ortamda bireyler, gerçek dışı standartlarla kıyaslama yaparken, kendi bedenlerine dair şüphe ve memnuniyetsizlik duymaya başlar.

Bu noktada özgüveni ve vücut algısı kırılgan olan bireyler, bu sanal dünyanın baskısı altında ezilir. Sosyal medya detoksları, dijital bilinçlenme çalışmaları ve beden çeşitliliğini vurgulayan içeriklerin artması bu süreci dengelemek için atılacak önemli adımlardır.

Nasıl İyileşiriz? Dönüşümün Temel Taşları

Vücut algı bozukluğu ve özgüven eksikliği karmaşık bir düğümdür; ama çözümü imkânsız değildir. İyileşme, bireyin kendiyle kurduğu ilişkiyi yeniden yapılandırmasıyla başlar. Bu sürecin temel adımları şunlardır:

 

  1. Psikoterapi: Bireyin bedenine dair algılarını, geçmiş travmalarını ve olumsuz inançlarını keşfetmesi için profesyonel destek şarttır. Bilişsel davranışçı terapi (BDT), bu tür sorunlarda oldukça etkili yöntemlerden biridir.

 

  1. Aile ve partner desteği: Eleştiriden uzak, sevgi dolu ve destekleyici bir çevre, bireyin yeniden kendini değerli hissetmesini sağlar. “Güzellik” kelimesi, yalnızca dış görünüşe değil; karaktere, zarafete ve içsel değerlere atfedilmelidir.

 

  1. Medya okuryazarlığı: Sosyal medya içeriklerinin gerçek dışı filtrelerle sunulduğunun farkında olmak, bireyin kıyaslama yapmasını azaltır. Kendi bedenini tanımak, sevmek ve olduğu haliyle kabul etmek bu süreçte en güçlü kalkandır.

 

  1. Bedenle yeniden dost olmak: Egzersiz, sağlıklı beslenme, meditasyon ve nefes çalışmaları gibi bedenle bağ kurmaya yardımcı olan aktiviteler, bireyin bedenine karşı daha şefkatli olmasını sağlar. Aynı zamanda her bedenin biricik olduğunu anlamak, bu bağın temelini oluşturur.

Sonuç: Her Beden Bir Hikâye Taşır

Vücut algı bozukluğu ve özgüven eksikliği; yalnızca estetikle ilgili değil, sevgiyle, kabulle ve insanın kendiyle kurduğu duygusal bağla ilgilidir. Bu bağ çocuklukta şekillenir, ilişkilerde güçlenir ya da zayıflar ve yaşam boyunca dönüşmeye açıktır.

Her bireyin bedeni, yaşanmışlıkların, duyguların ve mücadelelerin izlerini taşır. Bu izler bazen kıvrımlar, bazen çizgiler, bazen renk farklılıklarıyla görünür olur. Ama her iz, o kişinin hikâyesinin bir parçasıdır. Asıl mesele, bu hikâyeyi sevgiyle sahiplenmek ve kendi aynana şefkatle bakabilmektir.

Unutmayın; bedeniniz sizin evinizdir. Onu yargılayarak değil, anlayarak güzelleştirebilirsiniz.

Bir diyetisyen olarak her gün bedenine küsmüş, aynaya bakmaya çekinen, rakamlarla özsaygısını ölçen birçok bireyle karşılaşıyorum. Bazen bu bireyler aynaya bakarken sadece “fazlalıklarını” görürken, biz onların gözlerinde yorgunluğu, yükü ve en çok da sevgisizliği görüyoruz. Oysa beden, bizimle hep konuşur. Bazen yorgunluğunu kilo olarak, bazen duygu yükünü mide ağrısıyla anlatır. Ve biz ne zaman onu duymaya başlarsak, işte o zaman iyileşme de başlar.

Bedeninizi suçlayarak değil, ona teşekkür ederek başlayın bu yolculuğa.

Sizi bugüne kadar taşıdığı, kırılmadan, vazgeçmeden yanınızda olduğu için… Nefes almanızı sağladığı, kalbinizi her gün binlerce kez attırdığı için…

Beslenme yalnızca rakamlar, kalori tabloları ya da ölçü bantlarıyla ilgili değildir. Gerçek bir beslenme süreci; duygularınızı fark etmekle, kendinizi yargılamadan dinlemekle ve bedeninizin ihtiyaçlarını anlamakla başlar. Bu süreçte benim size en içten önerim:

  • Kendinize karşı şefkatli olun.
  • Yemeğe sadece bir “görev” ya da “kilo kontrolü aracı” gibi değil, bedeninizle bağ kurma fırsatı gibi bakın.
  • Her gün aynada gördüğünüz kişiye bir iyilik yapın: Onu takdir edin.
  • Sosyal medyada bedeninizin değersiz olduğunu hissettiren hesapları takip etmeyin. Yerine çeşitliliği kutlayan, gerçekliği yücelten sayfalarla bağ kurun.
  • Bir hedefiniz varsa, o hedef “zayıf olmak” değil, “kendini iyi hissetmek” olsun.

Beslenme planları kişiye özeldir ama kendine iyi davranma ilkesi hepimiz için aynıdır.

Unutmayın: Siz sadece kilonuzdan, beden ölçülerinizden ya da dış görünüşünüzden ibaret değilsiniz. Siz, olduğunuz halinizle kıymetlisiniz. Ve bu kıymeti fark ettiğinizde bedeniniz de size güvenmeye, iş birliği yapmaya başlar.

Bu yazıda anlattığım her şey, sadece kelimelerden ibaret değil… Gerçek hayatta da bir karşılığı olsun istiyorum.

Bu yüzden, 15-18 yaş arasında beden algı bozukluğu yaşayan genç bireyler için tamamen ücretsiz bir beslenme desteği programı başlatıyorum.

Eğer bedenine karşı güvensizlik hissediyor, yeme alışkanlıklarıyla mücadele ediyor ya da aynaya bakarken zorlanıyorsan, yalnız değilsin. Sana destek olmak istiyorum.

Başvurular için:

melinaezgitosun889@gmail.com adresine kısa bir tanıtım maili gönderebilirsin.

Unutma, her beden değerlidir. Ve bu yolculukta birinin elini tutması bazen her şeyi değiştirir.

Senin yanındayım.

Sevgiyle, şefkatle ve sabırla…

Dyt. Melina Ezgi Tosun

Bir Cevap Yaz

Haber Yıldız Hakkında

Bir Cevap Yaz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *